Bir Taşın Üç Tanığı: Mısır Dikilitaşı (Alek, Misi, Rubi)

Merhaba İstanbul gezgini! Bu hikayemizde masal kahramanlarımız Alek (Martı), Misi (Kedi) ve Rubi (Fare), Sultanahmet Meydanı’ndaki Mısır Dikilitaşı’nın tarihini kendi gözlerinden anlatıyor olacaklar.

Zamandan ve mekândan bağımsız bu üç kahraman, bize sadece tarihi olayları değil; taşların, gölgelerin ve fısıltıların içinden süzülen duyguları da anlatıyor.

Alek, Misi ve Rubi, ansiklopedik bilgilerden çok, insanların gözden kaçırdığı ayrıntılara dikkat çekmeyi seviyor.

Eğer İstanbul’un hikâyelerini alışılmış kalıpların dışında dinlemeye hazırsan, seni bekleyen çok şey var.

Sultanahmet Meydanı’ndaki Mısır Dikilitaşı

Mısır Dikilitaşı, 4. yüzyılda Antik Mısır’daki Karnak Tapınağı’ndan getirilerek Konstantinopolis Hipodromu’na (bugünkü Sultanahmet Meydanı) dikilmiş görkemli bir anıttır.

Yaklaşık bin yıl boyunca Bizans İmparatorluğu’nun kalbindeki bu meydanda duran anıt, ölümüne koşulan at yarışlarına, halk isyanlarına, zafer kutlamalarına ve şehrin Haçlılar tarafından işgaline (1204) tanıklık etmiştir.

Bu yazıda önce bu tarihi anıta kısaca değiniyor, ardından sözü İstanbul’un taşlarına ruh üfleyen masalsı anlatıcılarımız Alek, Misi ve Rubi’ye bırakıyoruz.

Alek – Gökyüzünden Bir Bakış

Martı Alek, Sultanahmet Meydanı üzerinde uçuyor ve Mısır Dikilitaşı arka planda gözüküyor

Ben Alek.
Yüzlerce yıl boyunca gökyüzünü kanatlarımla arşınladım.
Ve her dönüşümde, İstanbul’un yüzünde yeni bir kırışıklık, yeni bir hikâye buldum.

Bugün anlatmak istediğim, Sultanahmet Meydanı’nda dimdik yükselen bir taş…
Yani Mısır Dikilitaşı.
Ama biz onu böyle tanımıyoruz.
O, benim hafızamda “uçsuz bucaksız Nil’in göğsünden sökülüp alınmış bir gölge” olarak kayıtlı.

Teb şehrinden yola çıkan bu granit dev, önce Nil kıyılarında rahiplerin dualarına eşlik etti.
Sonra yüzyıllar geçti, imparatorlar değişti, sınırlar yer değiştirdi…
Ve bir gün, Theodosius’un buyruğuyla Konstantinopolis’e getirildi.

Ben o günlerde semalarda dönüp duruyordum.
Taş gemiyle limana indirildiğinde, sur kapılarının açıldığı o anı gördüm.
Halk toplandı, rahipler mırıldandı, vinçler kuruldu, göğe uzanan ipler çekildi.

Ve sonunda…
Taş, Roma’nın büyüklüğünü, Theodosius’un kudretini göstermek için yükseltildi.
Ama ben her döndüğümde başka bir şey fark ettim:
O taş artık yalnızca bir anıt değil, zamanın içinden geçen bir sütun olmuştu.

Bugün bile üzerinden gölgem geçerken, yüzeyindeki hiyeroglifler bana fısıldar:
“İnsan yükselir, taş kalır.”
İşte o yüzden ben, uçarken yere değil; yere dikilmiş zamana bakarım.

Martı Alek


Misi – Taşların Üzerine Düşen Gölge

Kedi Misi, Sultanahmet Meydanı'nda duruyor ve Mısır Dikilitaşı (Theodosius Obeliski) de arkasında gözüküyor

Ben Misi.
Bir kedi olarak ne tarihle ne de taşla ilgilenirim…
Ama bir gölge düşerse, onunla oynarım.
Bir fısıltı duyarsam, kulak kesilirim.
İstanbul, benim için sadece bir şehir değil; duvarlarında duygular gezen bir hikâyedir.

Sultanahmet’teki Mısır Dikilitaşı’nın gölgesinde çok kez uyukladım.
Ama orası bildiğiniz bir uyku yeri değil…
Bir zaman çukuru gibi.
Üzerime düşen her gölge, başka bir çağdan gelir.

Bir seferinde, Bizanslı askerlerin taşın önünde dizildiğini gördüm.
Bir başka sefer, Osmanlı dervişlerinin onu selamlayıp yürüdüğüne tanık oldum.
Taş yerinden hiç kıpırdamadı.
Ama ben onun nasıl bakışlar altında yaşlandığını gördüm.

Bir keresinde bir çocuk, kaidesindeki kabartmalara el sürdü.
Yüzündeki merak, yüzyılların sessizliğini bozdu.
İşte o an anladım:
Bu taş bir anıt değil sadece…
Bir hafıza.
Ve hafızaların kedilere anlatacak çok şeyi vardır.

Kedi Misi


Rubi – Mermerin İçinden Fısıldayan Zaman

Fare Rubi, Osmanlı döneminde Sultanahmet At Meydanı manzarası izliyor

Ben Rubi.
Saray duvarlarının içinde doğmuş bir fareyim.
Duvar oyuklarında yaşadım, halı altlarından geçtim, parşömenlerin kenarlarını kemirdim.
Ama kemirdiğim sadece kâğıtlar değildi…
Tarihin kendisiydi.

Dikilitaş…
Onu ilk Bizans’a getirdiklerinde herkes çok heyecanlıydı.
İmparator Theodosius’un talimatıyla günlerce uğraşıldı, vinçler kuruldu, taş dev gibi kulelerle yerleştirildi.
Ben de sarayın mutfağında tatlı kaçamaklar yaparken geceleri sürünüp çıkar, meydanda olup biteni izlerdim.

Altındaki mermer kaide üzerindeki kabartmalar…
Sadece süs değil.
Bir propagandadır.
İmparatorun kudreti, Roma’nın görkemi, halkın boyun eğişi…
Hepsi o oymaların arasında gizlidir.

Bizans sustu, Osmanlı konuşmaya başladı.
Ama taş hep yerindeydi.
Ben yine oradaydım.
Yeniçeriler geçerken bakış atardı, müneccimler gölgesinden saat tutardı.
Ben ise sessizce izler, taşın üstüne tırmanmaya cesaret eden kedileri sayardım.
(Misi hariç, o her zamanki gibi dokunulmaz.)

Bugün hâlâ orada duruyor.
Herkes yukarıya bakıyor…
Ama ben biliyorum ki asıl hikâyeler aşağıda saklı.
Çatlaklarda, ayak seslerinde, unutulmuş kelimelerde…

Fare Rubi

Yazarın Notu

Mısır Dikilitaşı, yalnızca Antik Mısır’dan kalma bir kalıntı değil, aynı zamanda adeta “bir hikâye anlatıcısı” olarak da ayakta duruyor. Ve bir martı, bir kedi ve bir farenin sesleriyle yeniden konuşuyor.

Merhaba, ben Serhat Engül. Yaklaşık 20 yıldır İstanbul’da lisanslı tur rehberi olarak çalışıyorum. Mısır Dikilitaşı (nam-ı diğer Theodosius Obeliski) hikâyesi ilginizi çekiyorsa, size bir önerim var.

Yıllar önce, kişisel web sitemde Sultanahmet Meydanı’nın tarihi hakkında oldukça detaylı bir makale yazmıştım. Bu makale yalnızca Mısır Dikilitaşı’nı değil, aynı zamanda Yılanlı Sütun ve Örme Dikilitaş’ı da kapsıyor. İlgili makaleye bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *