Bazı dualar şehirlerin taşlarına siner.
Kimi zaman bir yabancının nefesiyle,
kimi zaman bir kilise kapısının sessiz aralığında yeniden yankılanır.
O an, geçmiş bugüne dokunur —
ve İstanbul bir kez daha hatırlanır.
Sultanahmet’te Bir Sabah – Saint Therapon’un Sessiz Ziyaretçisi
Tramvay sabah serinliğini yararak geldi.
Gülhane durağında inen yaşlı adamı ilk o an gördüm. Elinde bir kâğıt parçası, üstünde titrek bir not: “Church of Saint Therapon.”
Kimse fark etmedi onu. Yalnızca ben, istasyondaki gölgelerin arasından sessizce izledim.
Topkapı Sarayı’nın taş duvarlarının dibinde, gri-beyaz badanası dökülmüş, pencereleri pasla kapanmış o küçük kiliseye doğru yürüdü. Yıllardır önünden geçmiş, ama kapısını hiç açık görmemiştim. Bugün, nedense, yarı aralıktı.
Rüzgârda sanki biri “gel” der gibiydi.
Adamın bastonuna dayanarak ağır ağır ilerleyişinde bir tedirginlik değil, bir vaat seziliyordu.
Sanki biri ona yıllar önce bir söz vermiş, “bir gün geri dön” demişti.

İçeri girdiğinde ben de görevliye yaklaşıp, “Ziyaret edebilir miyim?” dedim. Kadın başıyla onayladı.
Loş içeri girince nem kokusuna karışan balmumu kokusu vurdu burnuma.
Duvarda eski bir ikon, solgun bir aziz yüzü: Saint Therapon.
İkonun köşesinden aşağı, yağlı boya gibi bir iz süzülüyordu.
Belki mumun dumanıydı. Belki de başka bir şeydi.
Yaşlı adam dizlerinin üzerine çöktü.
İçinden geçenleri duyamıyordum, ama elleriyle titreyen bir dua tuttuğunu görebiliyordum.
Sanki kelimeler değil, yılların yorgunluğu akıyordu parmaklarından.
Yüzünde çocukça bir sevinçle önce Türkçe bir şeyler mırıldandı,
sonra dayanamayıp İngilizceye geçti:
“My mother… prayed here.”
Elini göğsüne koydu, “At last,” dedi, “I came back.”
Annesi, dedi, İstanbul doğumlu bir Rum kadınıymış.
Küçükken ona hep bu kiliseden bahsedermiş:
“Duvarları gri, taşları serin, içeride bir aziz yatar… O azizin kemiğinden bir zamanlar güzel bir koku yayılmış, insanlar iyileşmiş.”
O zaman çocukmuş, o hikâyeyi masal sanmış.
Sonra savaşlar, göçler, denizler girmiş aralarına.
Bir daha dönmemiş buraya.
Ama oğlunun kalbinde, her Pazar dualarında, hep bu küçük kilise yaşamış.
Ta ki emekliliğinde Avustralya’dan kalkıp gelene kadar.
Yüzünden süzülen gözyaşı, yanak çizgilerini aşarak beyaz sakalına karıştı.
Bir süre sessiz kaldık.
Ben onu, o ikonu izledi.
İkonun sol köşesinde, ışığın altına denk gelen ince bir parıltı belirdi.
Bir damla sanki.
Belki balmumu.
Belki de Therapon’un mitlerinde anlatıldığı gibi mübarek myrrh…
Bir mucize aramak istemedim.
Ama insanın kalbinde neye inanacağına bazen kalp karar verir, akıl değil.
Adam titreyen elleriyle cebinden küçük bir kâğıt çıkardı.
“Bu, annemin duası,” dedi.
Kâğıt sararmış, kenarları yanık gibiydi.
O dua, binlerce kilometre öteden, bir hayatın içinden buraya kadar gelmişti.
Kapının yanındaki demir sandığın içine koydu, sonra gülümsedi.
“Now she can rest,” dedi.
Ve sessizce dışarı çıktı.
Ben birkaç dakika daha içeride kaldım.
Surların kalın taşlarına baktım.
Zamanın, duaların, insanların bu duvarlarda bıraktığı izleri düşündüm.
Belki her şehir, içinde böyle fark edilmemiş mucizeler taşır:
Bir oğlun annesine, bir azizin insanlara, bir yabancının kendi köklerine duyduğu o görünmez bağ.
Kilisenin dışına çıktığımda sabahın ışığı tramvay raylarına düşüyordu.
Yaşlı adam ileride, Topkapı yönüne doğru yürüyordu.
Arkasından baktım.
Kalabalığın içinde kayboldu, ama bastonunun zemine vuruşu hâlâ kulağımdaydı.
Sanki bir metronom gibi:
zamana karşı işleyen bir dua.
Ben de defterime tek bir cümle yazdım:
“Bazı dualar, şehirlerin taşlarına siner;
ve kimse bilmeden, bir gün yeniden yankılanır.”
Tarihsel Arka Plan
Sultanahmet’te, Gülhane Tramvay Durağı’nın hemen yanında, Topkapı Sarayı surlarının dibinde küçük, gri taşlı bir yapı sessizce durur: Aziz Therapon Kilisesi ve Ayazması. Çoğu İstanbullu bu yapının yanından geçip gider; fark eden azdır, içeri giren ise daha da az.
Bu mütevazı kutsal mekânın tarihi Bizans dönemine, 9. yüzyıla kadar uzanır. Aslen Topkapı Sarayı’nın arazisi içinde yer alan ayazma, surların inşasıyla bugünkü yerine “duvarın dışında” kalmıştır. Zamanla yapının üst kısmına bir Türk aile yerleşmiş, kilise bölümü ise Patrikhane’nin kullanımında kalmıştır
Bugün alt katında hâlâ kaynak suyu akar; inananlar bu suyun Aziz Therapon tarafından bizzat kutsandığına inanır. Açık olduğu günlerde (genellikle pazartesi ve cuma), kiliseye yalnızca birkaç Rum cemaati üyesi değil, aynı zamanda şifa arayan Müslüman ziyaretçiler de gelir. Şehirdeki en çok ziyaret edilen Ortodoks kutsal sularından biri sayılır — Vefa’daki Meryem Ana ve Kuruçeşme’deki Aziz Demetrios ayazmalarından sonra üçüncü sıradadır
Yapı, 1955’teki 6–7 Eylül olaylarında zarar görmüş, daha sonra yeniden onarılmıştır. Bugün hâlâ Topkapı surlarının gölgesinde, tarih boyunca sayısız duanın yankılandığı bir sığınak gibi sessizliğini korur.
Bu yapının tarihiyle ilgili şu kaynaktan faydalandım. Ayrıca Avustralya’da Aziz Therapon’un anısına kurulmuş bir kilisenin cemaati, onun hayatını şu yazıyla kaleme almış.
Son Söz
Bu hikâyeyi okuduğunuz için teşekkür ederim.
Umarım satırlar arasında, hem İstanbul’un taşlarında biriken zamanı hem de insan kalbinin derinliklerine sinen o sessiz duyguları hissedebilmişsinizdir.
İstanbulHikayeleri.com, bu şehirdeki tarihî mekânları yalnızca “yer” olarak değil, insanın duygularına ayna tutan tanıklar olarak anlatmayı amaçlıyor.
Saint Therapon’un küçük kilisesinde başlayan bu yolculuk, şehrin başka köşelerinde—bir mezarlıkta, bir cami avlusunda, bir vapur iskelesinde—devam edecek.
Her hikâye, İstanbul’un hem geçmişinden hem bugünden süzülmüş bir hatıra olacak.
Siz de bu sessiz anlatının bir parçası olduğunuz için teşekkür ederim.
Bir sonraki İstanbul hikâyesinde yeniden buluşmak dileğiyle…
Serhat Engül